6 Kasım 2013 Çarşamba

Gidenler Hep Vazgeçenler midir?


Sahi bazen sormadan edemiyorum kendime gitmenin nasıl bir mahiyete sahip olduğunu. Ben mi yanlış bir yolda sürükleniyorum elimde olan cevaplarla yoksa düşünceler mi beni kör kütük mahrum ediyor dış dünyaya karşı? Ortasındayım hayatın ve kıpırdama imkanı sunmuyor bana; sürüklenecek-sin bu alaca karanlık içerisinde der gibi hoyratça itiyor beni. Peki ben bunu kazanmak için ne yapmış olabilirim? Elimden iyilik gelmiyorsa yaptığım kötülüklerin suçlusu ben miyim ya da beni buna mahkum kılanlar mı?

Sevmek; anlamını bazen yok edebildiğimiz değer yargılarımızın başında gelen sevmek, onun da genelleştirildiği bir dünya var elimizde.. Karşımda bulunan insanların önemini belirlemeye çalıştığım bir kriter olarak her şeyin başında gelen, sevmek. Herkes gibi mi olmalıyım henüz kazanamadığmı bile kaybetmemek için. El verin dostlar çıkarın beni buradan, yokluğun dibine vurduğu acılardan kurtarın. Yok olsun dünya; kalmasın elimde hiç bir şey ama sevdiklerim benimle olsun. Yoksa ne anlamı olur yaşamanın; yaşayan bir ölü olmaz mısın, söylesene?

Sıradanlaşmışlık; o da nesi deme, o hepimizin yapmak için birbirimizle yarıştığımız bir kavram. Hayat boyu birbirimizle kıyaslarlar bizi, tıpkı insanı insanla kırmak, dövmek, parçalamak ister gibi..  Ve başarırlar ne yazık ki. Herkes bir kenarda kendi parçalarını toplamaya çalışır ama olmuyor, olamıyor; onu dahi ol-durmamıza izin vermiyorlar.

Perişanlık; insan zaten perişan bir varlıktır, her şeyini isteyipte ulaşamadıklarıyla değerlendirmez mi insan?  Sahi ben mi böyle düşünüyorum sadece, sanmıyorum bir takım insanlarla hem fikir olduğumu varsayıyorum en azından. Her neyse dostlar, perişanlık önce sevmeyi becere-memeden sonrasında ise sıradanlaşarak oluşan bir kavramdır. Dikkat edilmesi gereken asıl husus sevmenin hakkını vermektedir.

Ve pişmanlık; bu kavram başlı başına yanlış tanımlanan ve insanların kendi menfaatlerine göre düzenlediği bir takım prensiplerin oluşmamasının akabinde gerçekleşen duygu olarak karşımızda duruyor. Babam derdi hep; oğlum pişman olacağın bir şeyi yapma, eğer bir şeyi yaptıysan da pişman olma! Hayatım her ne kadar küçücük bir zarf içerisinde ve önünün belli olmadığı bir konumda olsa da ben pişman olmamak için çabaladım ve başardım ama insanlar beni pişmanlıkla sınadı, varsın sınasınlar...

Velhasılı kelam benim demek istediklerim bunların birleştiği bir özelim aslında, dostlar. Hayatınız da gerçekten bir kere seversiniz ve sevginin asıl tarifine oradan ulaşırsınız; sizi siz yapan tüm değerler sevginizin bulunduğu insanda anlam bulur. Ben de yaşadım böyle bir olayı ve hala da devam ediyor umarım ki süresini belirleyeceğimiz bir durumumuz olmaz ve sonsuzun derinliklerinden el ele çıkabiliriz. Çünkü biliyorum ben dayanamam, olmaz yani ben vazgeçmeyi denerim eğer ki mutsuzluğa neden oluyorsa varlığım, yalnızlıktan da korktuğumdan değil de ya canım onun ellerini isterse, söylesenize kardeşim ne yaparım ben? Onun sıcaklığını bulabilir miyim? Kesinlikle hayır!

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah’a inanmaktır

Sormak istediğim soruların arkası kesilmiyor; sahi neden? Neden ben insanlara güvenemiyorum? Neden insanların hepsi samimiyetsiz, çelişki içerisinde görülüyor? Neden olması gereken yerde değil de herkes kendilerini bir şey sanma seviyesindeler? Neden bir insan özelini başka birisine açar? Evet bu soru üzerinde duralım biraz, düşünün; hayatınızda değer verdiğiniz sayılı insan olur ve siz o insanlardan bir tanesine özelini başkasına açmaması gerektiği üzerine uyarıda bulunuyorsunuz. Özelin demek; yaptığın işten yediğin yemeğe, gezdiğin yerden oturduğun kafeye kadar en ince hususları bile kapsar dostlar. Sahi ben mi yanlış düşünüyorum gene bir insanı özeli olmamalı mı? Sonrasında dinlenmeyen bir çift söz ve yapılan yanlışlar; bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim hepsinin sonunda da ben suçlu oluyorum ya helal diyorum kendi kendime ne adamsın be(!) sözümde akabinde. 

Bir insanın kiminle konuştuğu belirler o insanın değerini, çöplük koku olmadan asıl pislikliliğini sürdüremez, insanda pislikleri olmadan etrafında kendi saçmalığını sürdüremez. Şahıslar kendi değişimlerine yol açmanızdan korkmayıp el vererek mantıklı olana yürüse, emin olun yaşanılası bir yer halini alırız. Bazen öyle bir zor duruma getiriyor ki bu durumlar insanı içinizden ettiğiniz küfürler bile kesmiyor, doyurmuyor nefisnizi!

Gelin sizinle ortak bir noktaya varalım, herkes istediğini yapsın ama pişman olunmayacaksa eğer. Ben pişman olurum bunu yaparsam belki de hayatımda ilk defa ama yerde kalmam, kalkmasını bilirim; tıpkı sen gibi! Kimse onur, şeref kadar değerli değildir. Ama bunun bir de sevgi yanı var; herşeyini verdiğin ve kaybettiğin sevgi! Evet yaşanılanların ardından ne yapılması gerekiyor bilemem amma velakin bildiğim bir şey var, belki de ben sınırı geçmişimdir. Olsun sınır da geçilsin, her şey de yapılsın ama dönüşü olmayan bir yola girilmesin; bitmesin. Gerçi ayrılıkta sevgiye dahil der şair ayrılanlar hala sevgili! 

Ben vazgeçmedim de gitmedim de, gonyam merkezinde bir şahsı oturttum başında bekliyoru; hem de gider korkusuyla, belki de ondan be dostlar bu sıkıntılar hem öyle demiyor muydu zaten atalar sakınılan göze çöp batar! Belki bir gün gidecek, belki de hep kalacak; bundan nasıl emin olabilirsiniz ki severek mi? Sevgi gerçekten bu kadar kudretli mi? Eğer öyleyse desenize ben hiç sevmemişim. Hayatı boyunca kendi sevgisinden bile şüphe eden bir insan nasıl olurda başkasının sevgisine tutulur ki? Olmaz demeyin oluyor işte ..

Gitgide alışıyorum sana....
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar; 
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor, 
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan... 
Alışkanlıklar daima korkutur beni...
Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim...
Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır... 
Fakat şimdi sana alışıyorum...
Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
Yalnız içimde garip bir korku var. 
Sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum... 
Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini 
daha değerlisini verememekten korkuyorum... 
Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla
yapayalnız bırakmaktan korkuyorum... 

Oysaki her zaman ve günün her saatinde
yanında olmalıyım senin... Bana alışmış olmaktan
pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı... 
Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni...
Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz. 
Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim... 
"Bana alış" demeyeceğim... Nasıl olsa alışacaksın bir gün... 
Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin, 
o zaman en güzeli görecek bende! Alışkanlığınla,
sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden!

İlk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan. Sevgimle 
mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum...
Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım. 
Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum. 
Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu 
kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum. 

Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim
senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor... 
Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım. 
Sevginle bir aynayım şimdi. Bana bakanlar baştanbaşa
seni görecekler içimde... 
Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz. 
İki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan. 
Her yerde iki olduğumuz için 
bir bütün haline geliyoruz durmadan... 

Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni... 
Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden... 
Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor... 
Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri... 
Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum... 
Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık...

Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz.... 
Gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum...
Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun. 
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde... 
Uzun süren bir baygınlık sonrasının 
o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim... 
Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman 
seninle vardığım yüksekliğe erişemez... 


Açılmış bütün kuyuların derinliği 
içimde seni bulduğum yer kadar derin değil... 
Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz. 
Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde. 
Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu. 
Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor. 
Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık. 
Nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum. 
Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız...
Bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde
bizden güçlüsü olmayacak!
En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle...
Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır. 
Geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık...


Söyleyeceklerim uzun belki de sana göre kifayetsiz ama bil ki vazgeçmek sanıldığı kadar kolay değil hele ki gitmek kesinlikle kolay değil; bir de seviyorsan hiç  kolay olmaz! Gitmedim, vazgeçmedim, pişman olmadım, gitmek istemedim; sevdim, arzu ettim, güvenmek istedim ve sabrettim. Bundan sonrasında neler olur bilemem ama bildiğim bir şey var düzelmesi gereken durumlar işte o zaman yapılan hesapların hepsi bozulacak. Ben seni kaybetmek istemem şahit olun dostlar! Ben seninle birlikte bir gelecek isterim ki bu sence de makulse ve sen de istersen.. İstemesen de isterim ama bu bir havanda su dövme olayı olur dahası olmaz Şimdi talibi çıkmamış sevgilerin birer birer cenazesini kaldırma vakti, ve temizlenme vakti!

Ya hayatta çeki düzen vererek yol katedersin ya da geriye doğru sayarsın. Tabiki buna da ben karışamam; your life, yoru choice. Güzel bir söz vardır; Still waters run deep!.

Eyvallah elvadanın kırık dökük bir parçasıdır! Etme, gitme..

2 Kasım 2013 Cumartesi

ORTADOĞU’DA DİN VE ETNİK GRUPLAR

IRAK
Etnik yapı: Irak halkının % 77'si Arap, % 19'u Kürt, % 1.7'si Türk'tür. Türkler, Türkmenler, Azeriler ve Anadolu Türkleri'nden oluşur. Bunun yanı sıra her birinin oranı % 1'den daha az olan Farisiler (İranlılar), Lurlar, Nasturiler ve İber - Kafkas Çerkezleri yaşamaktadır. Kürtler genellikle kuzeyde, Araplar ve diğer etnik unsurlar ise orta ve güney kesimlerde yoğunlaşmaktadırlar.
Din: % 97'si Müslümandır. Müslümanların % 57'si Şii - caferi, % 43'ü sünnidir. % 2 oranında hıristiyan, % 0.7 oranında Yezidi, % 0.2 oranında Sabii, çok az sayıda da yahudi mevcuttur.
SURİYE
Etnik yapı: % 88 Arap, % 6 Kürt, % 2.8 Ermeni, % 1 Türk, % 1 Rumdur. Kalan nüfusu Süryâniler, Keldaniler, Nasturiler, Çerkezler ve Yahudiler oluşturur.
Din: % 74'ü sünni Müslüman, % 11'i Nusayridir. Nusayriler ehli sünnet alimlerinin gulatu'ş-şi'a (Şiilerin taşkınları) dedikleri fırkalardan olan ve Hz. Ali (r.a.)'nin ilâh olduğuna inanan bir kitledir. Hıristiyan inancındaki teslise (üçlemeye) benzer bir inanç sistemleri vardır. Lazkiye bölgesinde çoğunluğu oluştururlar. Nüfusun % 3'ü Dürzidir ve es-Suveyde (Cebelu Duruz) bölgesinde yoğundurlar. % 0.8 oranında İsmaili vardır. Nüfusun % 10'a yakın bir kısmı da hıristiyandır. Binde bir oranında yahudi mevcuttur. Bunların yanı sıra az sayıda da yezidi bulunmaktadır.
LÜBNAN
Etnik yapı: Lübnan nüfusunun % 83'ünü Araplar oluşturmaktadır. Lübnan Araplarının % 63'ü Müslüman, % 8'i Dürzi, kalanı ise Maruni hıristiyandır. % 11 oranında Grek (Yunan asıllılar) vardır. Greklerin % 59'u ortodoks, % 41'i katoliktir. % 5 oranında Ermeni vardır. Ermenilerin tamamı, Ermeni kilisesi mensubu (ortodoks) hıristiyandır. % 1 oranında da Kürt vardır ki, Kürtlerin tamamı Müslümandır.
Din: Halkın % 59.5'i Müslümandır. Müslümanların % 60'ı şii, % 40'ı sünnidir. Yaklaşık % 7 oranında da Dürzi vardır ki bunlar da Müslümanlar arasında gösterilmektedir. Ancak Dürzilerin inanç ilkeleri İslam'ın inanç ilkelerinden çok uzaktır. Dürziler Allah'ın yedi imama hulul ederek nasuti kisveye büründüğüne son olarak da el-Hakim bi Emrillah'ın suretinde göründüğüne inanırlar. Dürziliğin temelini oluşturan Hamza ibnu Ali adlı kişi de kendisinin Allah'ın nurunu ve tevhidini taşıdığını ileri sürmüştür. Bu ve benzeri inanç prensipleri dolayısıyla Dürzilik İslam mezhepleriyle ilgili kitaplarda İslam sınırlarının dışına çıkmış mezhepler arasında anılır. Lübnan nüfusunun % 20'sini Maruni hıristiyanlar oluşturur. Maruniler Arap katoliklerdir. Ancak bazı konularda diğer katoliklerden ayrılmaktadırlar. Yaklaşık % 5.5 oranında Grek ortodoks, % 3.4 oranında Grek katolik, % 3.4 oranında da Ermeni ortodoks mevcuttur.
ÜRDÜN
Etnik yapı: Ürdün halkının % 98'ini Araplar, % 1.2'sini Çerkezler, % 0.7'sini Türkler oluştururken, az sayıda da Kürt vardır. Arapların önemli bir kısmı Filistin asıllıdır.
Din: Halkın % 95'i sünni Müslüman, % 5'i hıristiyandır.
FİLİSTİN
Etnik yapı: 1948'de işgal edilmiş olan topraklarda yaşayanların % 79'u yahudi, % 21'i Filistinlidir. 1967'de işgal edilmiş olan Batı Yaka'da ise nüfusun % 91'ini Filistinliler, % 9'unu yahudiler oluşturur. Gazze'de yaşayan nüfusun ise tamamına yakın bir kısmı Arap'tır. Sadece Akdeniz kıyısındaki bazı stratejik noktalarda yahudi yerleşim merkezleri bulunmaktadır. Buralar da iskan amacıyla değil askeri amaçla kurdurulmuştur ve içinde oturan sivillerin en az üç katı kadar oraları korumakla görevlendirildikleri iddia edilen askerler etrafında nöbet tutmaktadır. Filistinlilerin tamamına yakını Araptır, az sayıda Çerkez vardır.
Din: 1948'de işgal edilmiş topraklarda yaşayanların % 79'u yahudi, % 5'i hıristiyan, % 16'sı Müslümandır. 1967'de işgal edilmiş olan Doğu Kudüs ve Batı Yaka bölgelerinde ise nüfusun % 76'sı Müslüman, % 17.5'i yahudi, yaklaşık % 5.5'i hıristiyan, kalanı da diğer dinlere mensuptur. Gazze'deki nüfusun da % 98.8'i Müslüman, % 0.7'si hıristiyan, % 0.5'i yahudidir. Müslümanların geneli sünni ve şafiidir.
İRAN
Etnik yapı: % 66 Farisi (Pers), % 20 Türk, % 9.1 Kürt, % 3 Arap, % 0.3 Ermeni, % 0.3 Yahudi. Kalan nüfusu değişik etnik unsurlar oluşturmaktadır.
Din: İran'ın resmi dini İslâm'dır. Resmi rakamlara göre halkın % 98.8'i Müslümandır. % 0.7 oranında hıristiyan, % 0.3 oranında yahudi, % 0.1 oranında Zerdüşt, % 0.1 oranında da diğer dinlerin mensupları mevcuttur. Resmi rakamlara göre Müslümanların % 10'u sünnidir. Diğerlerinin büyük bir çoğunluğu Şii caferidir. Bunların yanı sıra 1 milyona yakın İsmailiyye şiasının da bulunduğu sanılmaktadır. Hıristiyanlar Ortodokslar, Gregoryen Ermeniler, Katolik Ermeniler, Nesturiler ve Protestanlardan oluşmaktadır. Zerdüştlük eski İranlıların dinidir. Kendilerine ateşperestler de denen Zerdüştlerin inançlarının özünü ateşe tapmak oluşturur. İran'da az sayıda Bahai ve Bâbi de bulunmaktadır. Resmi rakamlara göre Bahailerin oranı nüfusun % 0.1'inden daha azdır. Bahailer Allah'ın peygamberlerde tecelli ettiğine, bütün peygamberlerin Bahailiğin kurucusu olan Baha'yı müjdelemek için gönderildiğine inanırlar. Yani Bahailik İslâm kültürüne dayanmakla birlikte İslâm dairesinin dışına çıkmış olan bir fırkadır. Bâbilik de inanç ilkeleri bakımından Bahailiğe çok yakındır.
KUVEYT
Etnik yapı: Nüfusun % 84'ünü Araplar oluşturuyor. Bunların yarıya yakını Kuveyt asıllı, kalanı diğer Arap ülkelerinden gelenlerdir. Geriye kalan nüfusun % 15'ini Asya ülkelerinden gelenler, % 0.1'ini Afrikalılar, % 0.8'ini Avrupalılar, % 0.1'ini Amerikalılar, kalanını da diğer ülkelerden gelmiş olanlar oluşturmaktadır. Asyalılar içinde Hindistanlılar ve İranlılar çoğunluktadır.
Din: Resmi din İslâm'dır. Nüfusun % 98'i Müslüman, kalan nüfusun az bir kısmı hıristiyan diğeri doğu dinleri mensubudur. Müslümanların büyük bir çoğunluğu sünni, az bir kısmı Şii'dir.
YEMEN
Etnik yapı: Yemen'de nüfusun % 97.3'ü Araptır. Kalan nüfusu Güney Asyalılar (% 1), Somalililer (% 1.2), Malaylar (% 0.2) ve yahudiler (% 0.04) oluşturmaktadır.
Din: Resmi din İslâm'dır. Halkın % 99'u Müslümandır. Nüfusun % 1'ini de yahudilerle doğu dinleri mensupları oluşturmaktadır. Müslümanların % 55'i sünni, % 45'i zeydidir. Çok az sayıda da İsmaili vardır. Sünnilerin geneli Şafiidir.
BAHREYN
Etnik yapı: Bahreyn nüfusunun % 97'si Araptır. Nüfusun yaklaşık % 80'i Bahreyn asıllıdır. % 5'i Ummanlıdır. Diğerleri Suudi Arabistan, İran, Hindistan, Pakistan, İngiltere ve ABD asıllıdır. Bahreyn, Umman ve Suudi Arabistan asıllılar Arap, diğer ülkelerden olanlar ise farklı etnik kökenlerdendirler.
Din: Resmi din İslâm'dır. Halkın % 98'i Müslümandır. Diğerleri ülkenin yerlilerinden olmayan hıristiyanlardır. Müslümanların % 45'i sünni, % 55'i Şii Cafercidir.
KIBRIS
Etnik yapı: %77 Rum, %18 Türk, %5 diğer
Din:%78 Ortodoks, %18 Müslüman, %4 diğer
KATAR
Etnik yapı: %40 Arap, %60 Güney Asyalı
Din: %77.5 Müslüman, %8.5 Hristiyan, % diğer
BAE
Etnik yapı: %50 Güney Asyalı, % 50 Arap ve göçmen
Din: %96 Müslüman, % 4 diğer
UMMAN
Etnik yapı: %73.5 Arap, %19 Beluci, %3 Farisi
Din: %75 Hariciler, %25 diğer (Sunni, Şii, Hindu)
SUUDİ ARABİSTAN
Etnik yapı:%90 Arap, %10 Afrika'da doğan Hintli
Din:%100 Müslüman
MISIR
Etnik Yapı: %99,6 Mısırlı, %0,4 diğer
Din:%90 Müslüman, %9 Kıpti, %1 Hristiyan
TÜRKİYE
Etnik yapı:%70-75 Türk, %18 Kürt, %7-12 diğer azınlıklar
Din: %99.8 Müslüman, %0.2 diğer
İSRAİL
Etnik Yapı:%76,4 Yahudi, %23,6 Arap
Din: %75,6 Yahudi, %16,9 Müslüman, %2 Hristiyan, %1,7 Durzi , %3,8 diğer
Yusuf ATAY

MISIR’IN EKONOMİK YÖNÜ

Mısır, kendini Arap dünyasının lideri olarak gören bir ülkedir. Gerçi Arap dünyasında dolaylı emperyalizm döneminin ortaya çıkardığı dağınıklık yüzünden son dönemde Arap dünyasında: "Araplar, aralarında ittifak etmemek üzere ittifak etmişlerdir (Ittefeka'l-Arabu 'ala ella yettefiku)" vecizesi yaygın olduğundan herhangi bir ülkenin liderlik iddiası fazla bir önem taşımıyor. Bununla birlikte 1978'deki Camp David Anlaşması sebebiyle Arap Birliği teşkilatından atılan Mısır bugün bu teşkilatın genel merkezini Kahire'ye naklettirmeyi başarmış durumdadır. Ayrıca Mısır bazı yönleriyle Türkiye'ye çok benzemektedir. Son yıllarda Türkiye'yle Mısır arasında sıkı bir münasebetin olduğunu da biliyoruz. Bu ülke aynı zamanda çağdaş İslami uyanış hareketinin de beşiği niteliği taşımaktadır.[1] Mısır, kişi başına milli gelir bakımından Afrika’nın en zengin ülkesidir. Fakat dünya ülkeleri arasında ortalarda yer almaktadır. 1980 yılından evvel Mısır, iktisaden dünyanın en kötü on ülkesi arasındaydı. Camp David Anlaşmasından sonra Enver Sedat’ın yeni ekonomik tedbirleri ile %10 kalkınma hızı sayesinde en hızlı kalkınan ülkeler arasında yer aldı. [2]  Mısır ekonomisi tarım, sanayi, turizm ve hizmet sektörlerinin temel konfigürasyonunda benzer oranlarda yapan Ortadoğu ekonomilerinden biridir. Mısır’da iş gücünün ortalama sayısı, 2010 tahminlerine göre, yaklaşık 26 milyondur. Ve bu sayının sektörlere dağılımı; %51 hizmet sektörü, %32 tarım sektörü ve %17 sanayi sektörü şeklindedir.[3] Mısır ekonomisi tarım temellidir. Süveyş Kanalı gelirleri, turizm, vergilendirme, kültürel ve medya üretimi, petrol ihracatları ve yurt dışında bulunan 3 milyondan fazla Mısırlının işçi dövizleri ekonominin birer parçasıdır. Bunlarda genellikle Körfez ülkeleri, Amerika, Avrupa ve Avustralya’dadır.
Mısır ekonomisinin modern tarihine kısa bir bakış yapmadan Mısır ekonomisinin yapısını kavramamız zorlaşacaktır. 1952 yılından bu yana Mısır ekonomisinde birkaç aşama vardır ve biz bunları şu şekilde özetleyebiliriz;
1)      1952-1966: İthalat ikamesi ve kamulaştırma -sanayileşmenin 1957 yılında başladığı ilk program-  demir, çelik ve kimya endüstrileri gibi ağır sektörlerde kamu sektörü tarafından yürütüldü. Kamulaştırma özel sektörün göreli önemini azalttı.
2)      1967-1973: Savaşa girilince nihai olarak ekonominin performansı ve ithalat ikamesi içerisindeki kamu sektörünün rolü kötü şekilde etkilendi.
3)      1974-1981: Ticarette serbestleşme ve bir seri özendirme tedbirleri boyunca Arap ve yabancı yatırımları teşvik etmek ve hareketlendirmek için ekonomik açıklık başlatıldı. Ekonomi genişledi, fakat bu sürdürülemez oldu ve dolayısıyla büyüme de yavaşladı. 
4)      1982-1990: 1982 Şubat ayında bir ekonomik konferans gerçekleştirildi ve gelişimin ilerlemesi kararlaştırıldı. Konferans boyunca, yetkililer ve uzmanlar 1982 yılında başlayan 5 yıllık kalkınma planları aracılığıyla sürekli kalkınma stratejisi ve tanzim etmenin üzerinde anlaştı.
5)      1991-2007: Ekonomik reform; uluslararası kuruluşların, krediler ve bağışların gereksinimlerini karşılamak için başlatıldı. Reform, bütün ekonomik faaliyetlerin içerisinde özel sektör için büyük teşvikleri de içeriyor.
6)      2008-2011: Küresel mali krizin yayılması ve tırmanan gıda fiyatları -özellikle tahıl fiyatlarının artması- reform ve tarım politikaları üzerinde ‘yeni bir anlaşma’ kararlaştırmak ve daha fazla acil yardım toplamak için hükümet üzerindeki çağrılara yol açtı. Mısır, ulusal ekonomi üzerinde küresel mali krizin uzun vadede arz ve talepteki yan etkileri ile karşı karşıya kaldı. Yıllık büyüme oranlarında Mısır’ın gelirleri zenginlere yarar sağladı ve fakirliği azaltma çabasında başarısız olundu. 2011’de fakirlik oranı %50’lere yükseldi, bu da sosyoekonomik ve siyasal istikrarsızlığa yol açtı. Sonuç olarak 25 Ocak 2011’de popüler Mısır devrimi gerçekleşti.
7)      2012: Mısır’ın dış şoklar için ekonomisini güçlendirmeye, verimliliği ve rekabeti artırmaya, piyasa başarısızlıklarına hitap etmek için bir insan-hak temelli yaklaşımdan sosyal koruma yoluyla insan sermayesi içerisinde yatırım yapmaya ve yönetim içerisinde iyi bir güven inşa etmeye ihtiyacı vardı. Yeni seçilen başkan ve yeni hükümet için en büyük soru, ‘Bürokrasinin, vatandaşların ve partilerin düzeyinde nasıl bir hitabı olacak?’  ve 'Aktif bir devlet için siyasal ve ekonomik geçiş boyunca sosyal sorumluluğu desteklemeleri için farklı fikirlere ve farklı geçmişlere sahip olan insanları nasıl ikna edecek?’  idi.[4]
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra da halkın protestolara devam etmesinin arkasında ki en büyük etken ekonomidir. Mısır halkı ekonomiden kaynaklanan hoşnutsuzluklarını sokaklara dökülmek yoluyla ifade etmeye çalışmışlardır. Verilere baktığımız zaman gözler önündeki resmin arka planını görmek hiçte zor değil! 2010 yılının 4. çeyreğinde 2,1 milyon olan işsiz sayısı yükselerek 2012’nin 3. çeyreğinde yüzde 4,8 artış ile 3,5 milyona ulaşmıştır.[5] 2000-2010 yılları arasındaki GSYİH’nın büyüme oranlarının yüzde 5’ten yüzde 0,5’e gerilediği kayıtlarda yeri almış durumdadır.[6] Devrim sonrasında Mısır ekonomisinin önemli köşe taşlarından olan ‘’turizm’’ sektöründe önemli boyutlarda gerilemeler olmuş ve turizm gelirleri yüzde 80 oranında düşmüştür.[7] Çünkü Mısır’ı ziyaret etmek isteyen yabancı turistler can güvenliklerinin bulunmaması ve buna benzer diğer değişik sebeplerden dolayı Mısır’a seyahat yapmaktan vazgeçmişlerdir. Mısır’ın dünya ekonomisine entegre olma süreci Mısır’ın dışarıya bağımlılığını artırarak bugünkü ekonomik krizin temellerini atacaktır. Öyle ki, 70’lerin ortalarından itibaren Mısır’ın yatırım, ithalat ve GSYİH’da dış yardımın oranı ve Mısır’ın dış borcu artmaya başlamıştır.
Ocak 2012 Parlamento ve Temmuz 2012 Başkanlık seçimlerinden başarıyla çıkan Müslüman Kardeşler, çökük bir ekonomi devralmışlar ve bu sorunu çözemedikleri sürece başarı kaydedememişlerdir. Yoksul halk doğrudan ekonomik sorunlar sebebiyle, ülke nüfusunun yüzde 25’ini [8] oluşturan 18-29 yaş arası gençler işsizlik sebebiyle, liberal, laik halk ve ülke nüfusunun yüzde 9’unu [9] oluşturan Kıptiler özellikle 15 Aralık 2012’de referanduma sunulan ve kabul edilen anayasa taslağının Şeriat hükümlerine yer vermesi nedeniyle ülke de Şeriat düzeni kurulması endişesini taşıyarak Müslüman Kardeşler ve devlet başkanı Muhammed Mursi’ye karşı olan blokta yer almışlar, Mübarek’ten sonra Tahrir Meydanı’nı boşaltmamaya karar vermişlerdir!
Demokratik seçim sonucunda iktidara gelen Mursi'nin, çok da parlak olmayan ekonomik göstergelere sahip Mısır'da ithalat ve ihracatı artırması, istihdam yaratarak işsizliğe çözüm bulması, enflasyonla mücadele etmesi ve yüksek kamu borcuna çözüm üretmesi gerekiyordu. Fakat Mursi beklenen bu gelişmeleri yerine getiremedi ve yıkılmasındaki on hata içerisinde ekonomik hata önemli bir rol oynadı; ekonomik faktörler: ücretlerin artırılması yaşam koşullarının iyileştirilmesi konusunda başarısız oldu. Mısır da Mursi döneminde 558 gösteri, 514 grev ve 500 oturma eylemi oldu.[10]
Sonuç
Mısır’da süregelen olayların temel taşı olarak ekonomik sıkıntıları görmek asıl resmi görmektir. Çünkü geçmiş zamanlardan bu yana bütün olaylar gerek işsizlikle mücadele eden genç nüfus, gerek yoksulluk ve yolsuzlukla uğraşan bütün halkın ortak kanaati olarak patlak verdi. Hepsinin istediği aslında olması gereken fakat bir türlü düzgün bir raya oturtulamayan Mısır’ın ekonomik lokomotifidir. Mısır halkı ekonominin gelişip kalkınmadığı bir ortamda demokrasiden bahsedilemeyeceği ve düzgün bir istikrara sahip olunmayacağını öngörmektedir. Bilinen odur ki toplumsal istikrarsızlık politik istikrarsızlığa; politik istikrarsızlıkta ekonomik istikrarsızlığa neden olmaktadır. Fakat en temelde toplumsal istikrarı sağlayabilmek için ekonomik refahı düzeltmek gerekmektedir. Mısır’da Mübarek döneminde zor anlar yaşayan Mısır ekonomisinde dahi ekonomi zengin halk için çalışıyordu ve zengin fakir arasında ki ayrım git gide artmaktaydı. Bunun farkında olan halk ise bu durumun düzeltilmesi gerektiğini defalarca ifade etti fakat somut bir adım atılamadı sonuç olarak ta bilindiği üzere Mısır Devrimi gerçekleştirilerek Mübarek rejimi halk tarafından yıkıldı.
Mübarek rejiminden sonra iktidara gelen Mursi ve heyetini ciddi zorluklar bekliyordu. Bunların en başında görünen ise ekonomik sorunlardı. Mursi bu sorunları çözemediği sürece halkın baskısı giderek arttı ve beklenen bir ekonomik gelişme söz konusu olamayınca Mübarek’i deviren halk bu seferde seçimle iktidara gelen Mısır’ın ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’yi devirdi. Şu an ki Mısır’ın ekonomik durumu gittikçe zor anlar yaşamaya doğru ilerliyor. Fakat bunun karşısında geliştirilen herhangi bir politika söz konusu olmamakla beraber büyük bir boşluk bulunmaktadır. Halkın istediği ekonominin düzeltilmesi, ücretlerin artırılması, işsizlik oranını aşağı çekebilmek için yeni istihdam alanlarının oluşturulmasıdır. Mısır’ın başına her kim geçerse geçsin bu olgular sağlanmadığı sürece iktidarını sürdüremeyeceğini halk tekrar gözler önüne sermiştir. Mısır’a yeni dönemde gerekli olan çözüm ‘ekonomik’ çözümdür! Ekonomi her ülke ve toplum i.in hayati damarlardan birdir ve ekonomide meydana gelen sorunlar aklı selim bir yolla halledilmelidir.
YUSUF ATAY
Yalova Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler (İngilizce)